18 Eylül 2009 Cuma

KALKEDON

Anadolu'yakasının en gelişmiş ilçesi olan Kadıköy'ün tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Kayışdağı'ndan çıkıp Kalamış koyuna dökülen kurbağalıdere'nin etrafına milatdan 1.500-3.000 yıl kadar önce insanların yaşadığına dair izler,eserler bulunmuş fakat bugüne kadar ciddi bir kazı ve inceleme yapılmamıştır. Sadece Fikirtepe'si civarında ufak bir arkeolojik araştırma yapılmış bir de yol ve bina inşaatları sırasında ele geçen eserler toplanıp değerlendirilmeye çalışılmışsa da sonuç tatminkar olmamıştır. Ele geçen bulgular genelde iki metre derinden çıkmıştır. Bunlar taştan, toprak ve camdan yapılmış eserlerdir.

1942-1952 yılları arasında Söğütlüçeşme caddesi ve gazhane yapılan kazılarda, Bronz çağına ait eserler de bulunmuştur. Fikirtepe civarında bulunan eserler çekiç olarak kullanılan taşlar,inci taneleri,firuze taşı,tuçtan yapılmış ok ucu,balık iğnesi ve diğer çeşit iğnelerdir. Moda burnu'nda ise, topraktan yapılmış kandiller,üzerinde boyalı nakışları olan vazolar,öküz heykeli,sakallı erkek başı ve Kalkedon kitabesini içeren tunç bir levha bulunmuştur.

Ne gariptir ki, Kadıköy'de bulunan eserlerin benzerleri eski Trova şehri olan Hisarlık bölgesinde de görülmüş,kadıköy ile Trova arasında kültür, sanat ve ticaret açısından bir yakınlık olduğu ileri sürülmüştür. Araştırmalar tatminkar olmasa da Fikirtepe'de bulunan çanak ve çömleklerin hepsi el yapımıdır. Sayıca fazla olmamasına rağmen kemik ve boynuzdan yapılmış kesici aletlerdir. Tarım araç ve gereçlerine yok denecek kadar az rastlanmıştır.

Çok sayıda midye,balık ve yabani hayvan kemiklerinin bulunmuş olması, halkın hayvancılık ve balıkcılıkla geçindiğini düşündürmektedir. Fikirtepe'de bulunan çanak ve çömleklerin eşine, Eskişehir ovasında yapılan kazılarda da rastlanmıştır. Bu yüzden Fikirtepe halkının Orta Anadolu kökenli olduğu düşünülmektedir.

Bugün Tunus'un bulunduğu yerde M.Ö. 825 yılında Sur şehrinden gelen Fenikeliler bir şehir kurmuş, sonraları Kartaca adını alan bu yerleşim merkezine Karchedon adı verilmiştir. Fenikeliler Kadıköy'e yerleşmeye başlayınca buraya Yenişehir anlamına gelen Chalkedon demişlerdir. Karchedon ve Chalkedon isimlerinin ikisi de Fenike isimleridir. Birbirlerine benzerlikleri de gayet açıktır ve böylece kalkedon'un bir Fenike şehri olduğu iddiaları netlik kazanır. Kadıköy'e Kalkedon ismini verenlerin Fenikeliler olmasına rağmen bu bölgeye ilk yerleşenlerin Megaralılar mı yoksa fenikeliler mi olduğu hala netlik kazanmış değildir.

1350 yılında Kadıköy Osmanlılar tarafından fethedildikten sonra adı Kalıcı dünya olmuş, fakat bu tanım fazla kullanılmamıştır. Daha sonraki yıllarda İstanbul osmanlılar yarafından fethedilmiş ve Kadıköy semti, Fatih Sultan Mehmet'in ilk kadısı olan Hıdır bey'e makam ödeneği karşılığı, arpalık olarak verilmiştir. Böylece Kadıköy ismi yerleşip günümüze kadar gelmiştir.

KADIKÖY'ÜN TARİH BOYUNCA GÖRDÜĞÜ İSTİLALAR:

Kadıköy'ün etrafının tıpkı İstanbul şehri gibi surlarla çevrili olduğu bilinmekte fakat bölgeyi koruyan duvarların nerelerden geçtiğine dair bir iz bulunmamaktadır. Bu duvarların tamamı tahrip edilmiş,yıkılmış,taşları başka yerlerde kullanılmıştır. Sadece Mühürdar'dan kadıköy iskelesine doğru, denize paralel olarak, çok kalın bir duvar 1918 yılında bile duruyor, bir burcunun deniz tarafına doğru yıkılmış olmasına ve harabiyetine rağmen bunun bir kale burcu olduğu anlaşılıyordu. Bu kalın duvarın dibine tıpkı İstanbul surlarının etrafındakiler gibi teneke-tahta karışımı kulübeler yapılmış ve fakir aileler yerleşmişti. Kadıköy'ün etrafını çeviren surların son kalıntısı, büyük bir olasılıkla bu burç ve duvar kalıntısıydı.

Bizans imparatoru Vaselensius(364-378) Kadıköy'ün surlarını söktürmüş, taşlarından Bozdoğan su kemerini yaptırmış, geri kalanlarda İstanbul'un fethinden sonra yıkılmıştır. Ünlü seyyah Evliya Çelebi bu olayı doğrular. Buna rağmen şehri koruyan surların Altıyol, Yeldeğirmeni ve Yoğurtcu sırtlarından geçtiği tahmin edilmektedir. M.Ö.513 yılında Pers kıralı Daryus tarafından kuşatılan kadıköy'ün surları istila ordusuna bir müddet dayanmışsa da, surların altından açılan lağımlardan Kalkedon'a(kadıköy) giren Persler, şehri yağmalayarak tahrip etmişlerdir.

Bu sırada Kalkedon Roma'nın hakimiyetinde idi. Çok geçmeden Roma Kalkedon'u yeniden geri aldı. Daha sonra Pontus kralı Mithirdat Kadıköy'ü istila etti ancak bu dönem çok uzun sürmedi. Romalılar tekrar Kalkedon'u ele geçirdiler. Kadıköy İskitlerinde saldırısına uğramıştır. Fakat bu tarihlerde Doğu Româ'nın yerine Bizans imparatorluğu kurulmuş, Kalkedon'a bu güçlü devlet hakim olmuştu. Karadeniz'den yüzlerce yelkenli ile gelen İskitler kadıköy'ü ve marmara denizinde ki adaları elden geldiğince yağmalayarak geri dönmüşler ve bu saldırıları bir kaç kez tekrar etmişlerdir.

Herakliyus'un Bizans imparatorluğu döneminde, Persler 625 yılında Kalkedon'u istila ettiler. Bir müddet sonra Hirakliyus, doğuda yaptığı savaşı kazanmış, ordu İstanbul'a girmeden önce bir süre Fenerbahçe sarayında konaklayarak Kudüs'den gelecek olan kutsal emaneti beklemeye başlamıştı. Herakliyus'un Kudüsten gelmesini beklediği emanet, hazreti İsa'nın gerildiği çarmıhtan koparılmış bir tahta parçası idi. Çarmıhı Konstantin'in annesi Heleni bulmuş, muhtelif parçalara ayırtarak dünyada ki belli başlı kiliselere dağıtılmak üzere Kudüs'de saklamıştı. Herakliyus Fenerbahçe'de bu kutsal emaneti beklemiş, ve zafer alayı imparatorun elinde tuttuğu kutsal emanetle Golden Gate'den şehre girmişti.

1352 yılında Orhan bey'in Kalkedon'u zaptetmesine kadar bölge Bizans'ın elinde kaldı. 1402 yılında Aksak Timur Ankara meydan muharebesini kazanıp, Yıldırım Bayezid'i esir alınca, Osmanlı imparatorluğu parçalanma noktasına gelmiş, bundan istifade eden Bizans, kadıköy ve İzmit'e kadar olan bölgeyi yeniden ele geçirmişti. Ancak bu uzun sürmedi. 1419 yılında Çelebi Sultan I.Mehmet, Bizans'ın Anadolu yakasında ki topraklarını ve bu arada Kalkedon'u da zaptetti.

Kalkedon 7. ve 8.yüzyıllarda bir çok kez Arapların saldırısına uğramışsa da şehir zapdedilememiş, fakat tarım mehvolmuş ve büyük bir kısım halk da yerlerinden sürülmüştür. M.S.688 yılında Emevi Devleti komutanı Halid Binzeyd, 781 yılında Halife Harun Reşid'in komutanı Battal gazi, Kalkedon'u istila için gelmişlerdir.

Kadıköy'ün tarihi Bizans tarihi ile iç içedir. Isparta ve Atina arasında ki çıkar çatışmalarından devamlı etkilenmiş, M.Ö. 133 yılında Bergama kralı Attalius Kalkedon'u Bizans topraklarına katmıştı. Bu yüzden Kalkedon ile Bizans arasında zaman zaman çıkar çatışmaları olsa bile idari teşkilatda, genel yaşayış ve adetlerde, paralarda, her zaman bir benzerlik ve kader birliği göze çarpmıştır.

M.Ö. 450-405 yılları arasında yaşayan Atinalı kumandan Alkibyat'ın Kalkedon tarihinde büyük rolü vardır. Atinalı kumandan Alkibyat son derece zengin ve yakışıklı bir kumandandı. Ayrıca politikada ki başarısı ve harb sanatında ki ustalığı, Alkibyat'ı dönemin en önemli şahsiyetlerinden biri yapmıştı. Alkibyat'ın yaşadığı yıllarda Bizans Atina'ya bağlı idi. Kalkedon'da Bizans'ın bir parçası olmuştu. Isparta ile Atina sürekli savaşıyor, Ispartalılar Bizans'ı ele geçirmek için her türlü girişimde bulunuyorlardı. Isparta donanması Abidos[Çanakkale Nara burnu] ve Cyzicus'a[Gemlik] kadar gelmiş fakat Atinalı kumandan Alkibyat tarafından bozguna uğratılınca hem Bizans hem de Kalkedon Bu kumandan sayesinde istiladan kurtulmuştu. Daha sonra ki yıllarda Alkibyat'ın şansı döndü ve Atina'nın güvenini kaybetti. Önce emekli edildi sonrada Phrigia'ya sürülmüştür. Dördüncü haçlı seferinde(1203) İstanbul'da Latin imparatorluğu kurulmuş, Haçlı orduları Kalkedon'a girmiş, bu ordunun girdiği her yerde yaptığı yağmalardan Kalkedon'da nasibini almıştı.

TİMSAHLAR: M.Ö. 63 yılında Amasya'da doğmuş olan Strabon Kalkedon'dan bahsederken "denizden biraz içerde, içinde küçük timsahların yaşadığı bir pınar vardı " der. Bu timsahlı pınarın Kadıköy'ün ne tarafında olduğu bilinmemektedir. Fakat timsahların ne zaman ve nereden geldiği araştırılınca bazı ip uçları ortaya çıkmaktadır. Anadolu'da timsah olmadığına göre bunlar nereden gelmişlerdi?

Herodot, Mısır krallarından Sesostris'in fethettiği yerlere birer sütün diktirdiğini söyler.İyonya'da üzerinde hatıra yazılmış iki adet kaya olduğunu, bunlardan bir tanesinin Efes ile Foça arasında, diğerinin ise Sart ile İzmir arasında bulunduğunu kaydeder. Her ikisinde de dört karış boyunda bir adam resmi olduğunu, sağ elinde bir yay tutan adamın yarısının Mısır, diğer yarısının da Habeş modasına uygun olduğunu bildirir. Göğsünde, bir omuzundan diğer omuzuna uzanan kitabenin kendi kollarımla bu yerleri fethettim ibaresini taşıdığını belirtir.

Bundan başka Heredot " Colchislerin Mısırlı olduğu su götürmez " der. Colchislerin yaşadığı yer, bugünkü Gürcistandır. Burada ki insanlar " biz Sesostris ordusunun torunlarıyız " derler. Sesostris Mısır ve Habeşistan'a hakim olan yegane kraldır. Kral Trakya ve İskitya'ya da gitmiştir. İskitya bugünkü Ukraynadır. Trakya ise Mersin körfezi ile Antalya körfezi arasında ki Toros dağları çıkıntısı olup, buraya Taşeli denir. Eski adı ise Klikia Trakea dır. Mısırlıların Antalya civarında ki meşe ağaçlarından, Lübnan'da ki sedir ağaçlarından gemiler yaptıkları bilinmektedir. Önasyada'ki izlerinden birisi de Batgı Anadolu'da ki isimlerdir. Mısır tanrısı İziz'in Mısır dışında ki ismi İyo'dur. Oğlunun adı Apesis dir. İyo ismi sonradan İyonya'ya Apesis ismi ise sonradan Efes'e dönüşmüştür.

Sesostris ile II.Ramses arasında benzerlik olduğunu, belki de aynı kişinin iki farklı isimle anıldığının düşünenlerde de vardır. Bu tartışma ne olursa olsun, Mısırlıların Anadolu'ya geldiğini Herodot net bir şekilde belirtir. Anadolu'nun Romalılar tarafından istila edildiği yıllarda bazı esir ve kölelerin timsahlara kurban edildiği de bilinmektedir. Bütün bu tarihi bilgilerin ışığında Strabon'un " kalkedon'un biraz içersinde ki küçük pınarda timsahlar vardı " cümlesini anlamak pek de zor olmayacaktır. Bu timsahlar Mısırlılar tarafından Anadolu'ya gelmiş sonradan kaybolmuştur.

Kadıköy'de oturan tarihi şahıslar: 466 yılında Teheodes Kadıköy'de oturmuştur. II.Konstantin zamanında Kadıköyde yapılan sarayın güzelliğinden uzun uzun bahsedilir. Bu sarayın yeri tam olarak bilinmemekle beraber, Yeldeğirmeni sırtlarında bulunduğu tahmin edilmektedir. Zira burada yapılan apartmanların temel atılmaları sırasında çok kalın duvarlara rastlanmıştır. Eflatun'un talebelerinden, Ksemokrates M.Ö. 4 yılında Kadıköy'de doğmuştur. O zamanlar Kadıköy kalabalık değildi ancak Boğazları ve Anadolu yakasını içine alan bir merkezdi. Bizans imparatoru Jüstinyanus ve karısı Theodora Fenerbahçe'de yaptırdıkları sarayda yılın en önemli bölümlerini geçirirlerdi. Bizans'dan sonra Kanuni Sultan Süleyman ve bazı padişahlarda Fenerbahçe'de ki şadırvan köşkünde yaz aylarını geçirmişlerdir.

KALKEDON LİMANLARI:

Kalkedon'un bilinen limanları; Üsküdar ve Kuzguncuk'ta olduğu gibi, Kadıköy ile Haydarpaşa arasında üçüncü bir liman da vardı. Lodosa karşı yapılan bir dalgakıranla bu liman korunmuştur. Anadolu-Bağdat demiryolu yapılırken Haydarpaşa'da denizin dibinde rastlanan dalgakıran kalıntısı büyük olasılıkla bu limandan kalmadır.

KADIKÖY'ÜN NEHİRLERİ:

Kalkedon nehri: Kalamış koyuna dökülen ve tarihe Kalkedon nehri olarak geçen bu nehrin suları sonraları çok azalmış ve Kurbağalıdere ismini almıştır. Bir düşünceye göre nehrin taşıdığı alüvyonlar nehrin deltasını içerlere doğru doldurmuş ve sonuçta Kuşdili çayırını meydana getirmiştir. Kurbağalı dere, Kayışdağı yakınlarında ki Çoban çeşmesinden çıkar, Şerif Ali deresi olarak başlar, Taşlıdere adıyla devam eder, Kireçocakları ve Kapanali dereleri ile birleşerek Kurbağalıdere ismini alarak Kalamış koyuna dökülür. Eski dönemlerde Kurbağalıdere'nin kumlarında altın çıktığı da söylenmektedir.
Himeres nehri: Haydarpaşa garının yanından ve Haydarpaşa çayırının ortasından geçip, Kadıköy koyuna dökülen nehrin ilk adı Himeres idi. Sonraları haydarpaşa deresi denmiştir. Bugün Et ve Balık Kurumunun bulunduğu yerden denize dökülen Haydarpaşa deresinin üzerinde bir de köprü vardı. bugün dere olmaktan çıkmış ve üzeri kapatılmıştır.

kadıköy'ün istanbul'dan yaklaşık 17 yıl önce kurulmuş olmasına, dini konsillerin kadıköy'de toplanmasına, Asya'dan gelen tüccarların İstanbul'a girmeden önce son duraklarının Kadıköy olmasına rağmen, istanbul'da ki gelişmelerin hiç biri Kadıköy'de görülmemiştir. Osmanlı döneminde Üsküdar iskan ve imar edilirken, Kadıköy'de bu konuda herhangi bir gelişme olmamıştır. Kadıköy ve Üsküdar içiçedir. Buna rağmen Anadolu'dan gelen kervanların son durağı sadece Üsküdar olmuştur. Çünkü Rumeli yakasına geçmek Kadıköy'e oranla Üsküdar'dan daha kolay olmaktaydı.

KADIKÖY'DE İLK YERLEŞİMLER:

Kadıköy'ün kuruluşu Bizans'tan yani İstanbul'un kuruluşundan 17 yıl öncedir.Kuruluş tarihi olarak da M.Ö 675 yılı kabul edilmiştir.

Yunan kaynaklarına göre ilk gelenler Megaralılardır. Diğer bir kanaate göre de ilk yerleşenler Fenikelilerdir. Fenikeliler önce Haliç kıyılarına yerleşmek istemişler, fakat ora halkının düşmanca davranışlarından çekinerek Moda burnunu vatan tutmuşlardır. Tam olmamakla beraber kısmen kesinlik kazanan şudur ki: M.Ö.685 yılında Korint'den gelen Megaralılar Kadıköy'e, bir başka Megariyen kabilesi de komutanları Bizas yönetiminde Sarayburnuna yerleşmişlerdir. Bizas, yerleşim yerini belirlemek için Delf şehrinde ki kahinlerden yardım ister ve onlara sorar. kahinlerden " körlerin karşısına yerleş " önerisini alır. Bizas Sarayburnu'na gelince, yörenin güzelliğine hayran olur ve karşı tarafta yaşayan insanların bu güzel yer dururken Kadıköy'e yerleşmelerini körlükle vasıflandırarak, aradığı yerin Sarayburnu olduğuna karar verir ve Körler diyarı olarak kabul ettiği Kadıköy'ün karşısına yerleşerek Bizans şehrinin nüvesini oluşturur.

İstanbul'un Bizas tarafından yerleşim birimi olarak seçilmesinde Delf kahinlerinin " körlerin karşısına yerleş " efsanesi, bugüne kadar tüm kitaplara geçmiş ve böylece kabul edilmiştir.

Delf şehrinde ki kahinlere birşey sorulduğu zaman, kahin bir sayacak üzerine oturur, ağzına defne yaprakları alarak çiğner, bu arada düşünerek trans haline geçer ve çok kere mecazi anlam taşıyan bir cümle söyler, gerçek anlamını karşısındakinin idrakına bırakırdı. Delf şehrinde ki mabetde bulunan bu kahinlerin tümü kadındı.

GÜNÜMÜZDE KADIKÖY:

Kadıköy'de yaşamı tanımlayabilmek için, nostaljik bir yaklaşımla, sadece Kadıköy'ün tarihini öne çıkarmak, günümüze, geleceğimize, Kadıköy'ün gençlerine ve gençliğine haksızlık olur.

Adnan Giz gibi, Dr.Rüştü Dağlaroğlu gibi, Salih Zeki Kutluay gibi, Nezih Neyzi gibi büyük Kadıköylülerin Kadıköy ile ilgili araştırmalarında; Haldun Taner'in eserlerinde; Kadıköy ve Kadıköylülerle bütünleşmiş Fenerbahçe spor kulübünün büyük başarılarında; Kadıköyspor ile Modaspor'un Türk basketboluna yaptıkları katkılarda; Üstat Münir Nurettin Selçuk'un " bir tatlı huzur almaya geldim Kalamış'ta " şarkısında; Söğütlüçeşme, Şaşkınbakkal, Acıbadem, Yeldeğirmeni, Hasırcıbaşı, Dereağzı, Göztepe, Caddebostan, Fenerbahçe, Bostancı, Suadiye, Kızıltoprak, Moda, Mühürdar, Bahariye, Kuşdili, Koşuyolu, Selamiçeşme, Bağdat caddesi, Muvakkithane caddesi,Kurbağalıdere gibi çok renkli, ışıklı, cadde ve sokaklarında; Selahattin Pınar'ın bestelerinde; batıya açılışımızın en görkemli anıtlarından Süreyya sinemasında; Koço'da, Todori'de, Hasanpaşa'da müzeye saklanmış tramvaylarında; geçmişi ünleyen dergâh ve tekkelerinde, cami, kilise ve havralarında, çeşmelerinde, hamamlarında, tarihin belleğine bırakılmış plajlarında, köşklerinde, konaklarında Kadıköy'ün geçmişini ve tarihini aramak yerine, bu geçmişten bu tarihden bize neler kaldığını ve bu kalanları nasıl koruyup zenginleştireceğimizi, nasıl günümüzün ve geleceğimizin kopuşmaz parçası haline getireceğimizi konuşmamız gerekmez mi?

GÜNÜMÜZ KADIKÖY'ÜNDE HİZMET MERKEZLERİ:

Kadıköy'de hizmetmerkezlerini şu başlıklar altında toplamak mümkündür.

1. Aile danışma merkezleri
2. Kültür merkezleri
3. Sağlık merkezleri
4. Hayvan barındırma merkezleri
5. Katı atık dönüştürmemerkezi
6. Gençlik merkezleri.
7. Kütüphane
8. Zemin ve beton test labaratuvarı
9. Yuva hizmetleri...

Aile danışma merkezleri: Kadıköy belediyesi-Kadıköy kadın platformu-Marmara Üniversitesi tarafından 8 Kasım 1994 tarihinde kurulmuştur. Bu çalışma gurubu yerel yönetim(Kadıköy belediye Başkanlığı), Üniversite(Marmara Üniversitesi kadın iş gücü istihdamı araştırma ve geliştirme merkezi), Sivil toplum kuruluşu(Kadıköy Kadın platformu) üçgeninden oluşmaktadır. Bu özellikleriyle Ülkemizde ilk ve tek örnektir.

Bu projenin amacı: Kadıköy'ün sosyo-ekonomik gücü yetersiz bölgelerinde yaşayan ailelere;

* Atatürk ilke ve devrimleri konusunda aydınlatıcı
* Cumhuriyet'in temel değerlerini koruyucu
* Demokratik,laik ve hukuk devleti vatandaşı olma bilincini geliştirici ve kent yaşamına uyum sağlayıcı olmaya yönelik eğitim hizmeti vermek,
* Sosyal devletin temel görevi olan sağlık, eğitim hizmetleri sağlamaktır.

Kültür merkezleri:

75. yıl Halis Kurtca Kültür merkezi: Bu merkez, 1999 yılı Mart ayından beri Merdivenköy Ressam Salih Erimez caddesinde faaliyetini sürdürmektedir. Kültür merkezi 180 kişilik tam donanımlı bir tiyatro salonuna, 90 kişilik güncel filmlerin izlendiği sinema salonuna, 60 resim kapasiteli sergi salonuna ve çeşitli eğitsel etkinliklerin düzenlendiği yirmi beş kişilik bir, on beş kişilik iki olmak üzere toplam üç işliğe sahiptir.
Kültür merkezi her isteyen kurum yada kuruluşa, amatör ve profesyonel sanatcılara, sivil toplum örgütlerine, yasal çerçeveler içersinde düzenlenecek tüm etkinlikler için ev sahipliği yapmaktadır.
Barış Manço kültür merkezi: Barış Manço kültür merkezi, 1998 yılı aralık ayından beri Kadıköy ve Kadıköylülere hizmet vermektedir. Ve burası, 2002 Haziran ayından beri Kadıköy Belediyesi Kadıköy Gençlik merkezi Tiyatro müdürülüğü tarafından koordine edilmektedir.
160 kişilik tam donanımlı tiyatro salonu, yetmiş beş resim kapasiteli sergi salonu, ve çeşitli eğitsel etkinliklerin düzenlendiği yirmi beşer kişilik iki işliği ile, kadıköylülerin kültürel ilişkilerine yön veren bir mekandır.
Caddebostan kültür merkezi: Bu merkez, Kadıköylülere uzun yıllar hizmet vermek amacı ile yapılmış olup, 11.12.2005 tarihinde hizmete girmiştir. Bu bina içersinde sekiz adet sinema salonu, konferans salonları, tiyatro sanatcılarının prova sahnesi, makyaj odaları, dekor ve dekor hazırlık salonları, çeşitli toplantıların yapılabileceği iki adet toplantı salonu, orta oyunlarının yapılacağı platform, 660 kişilik tiyatro salonu, 13 kişilik orkestra salonu, kapalı otopark, Fitnes salonu, sauna, buhar odası, masaj odaları ve solaryum, kütüphane, kurs ve ders vermek için çok amaçlı salonlar, bahçe ve irtibatlı cafe, kültürel satış standları, idari bürolar gibi mekanlar yer almaktadır

13 Eylül 2009 Pazar

BOZCAADA TARİHİ

Bozcaada'ya tarihin ilk dönemlerinde Lefkofris denilirmiş. Bu adın nereden geldiği hakkında çok fazla bilgimiz yoktur. Daha sonra adaya Tenedos denilmiştir. Bu ad mitolojiden gelmektedir. Ada Lozan' la Türkiye' ye bağlandıktan sonra Bozcaada adını almıştır. Bilinmeyen çağlarda adanın adı Lefkofris idi. Lefkofris adı Latince' den gelmektedir. Beyaz-yılan, beyaz-kaş anlamına gelmektedir. Bunun sebebi adanın karşıdan bakıldığında kıyılarında bulunan beyaz taşların etkisiyle beyaz bir yılana benzetilmesinden kaynaklanmaktadır.

Roma döneminden sonra ise adaya Tenedos denilmiştir. Bu adın kökeni yunan mitolojisinden gelmektedir. Adanın bu adı almasıyla ilgili bir hikaye söylenmektedir.
Adaya ne zamandan itibaren Bozcaada denilmeye başlandığı bilinmemektedir. Ama adaya ilk defa bu adın Türk denizciler tarafından söylendiği sanılmaktadır.Türkçe ismin ne zaman ve ne sebeple verildiği şimdiye kadar açıklanmamıştır. Yalnız, Pirî Reis eserinde, adanın en yüksek sivri bir boz tepesi - bu gün Göztepe denmektedir- olduğunu, onun üzerinden denizin 40 mil mesafesinin kontrol edilebildiğini, aynı şekilde denizden de o mesafe içinde gemilerin, adanın alâmeti olan boz tepeyi fark edebildiklerini ifade etmektedir ki ilk defa Türk denizcileri tarafından bu sebeple Boz Ada veya Bozcaada dendiğinin bir ifadesidir. Adaya karşıdan bakıldığında boz bir şekildedir. Bu sebepten Türkler tarafından adaya Boz-ada denilmiştir. Ada karşıdan bir bohçayı andırdığı için Bohçaada denildiği de olmuştur.

Ege adaları hakkında küçük bir eser yazmış olan Ber. Randolph buraya Türklerin Boş adası dediklerini beyan etmektedir ki kanaatimizce Bozcaada veya Bozada isminin yanlış anlaşılmasından ileri gelebilir. Bozcaada ismi ile ilgili bir diğer noktada ismin Bohçaada şeklinde de kullanılmış olduğunun tespitine dairdir. Adadaki Alaybey Câmii haziresinde bulunan Hicrî 1250 ve 1272 tarihli iki mezar kitâbesi ile Aburga Ahmed Dede mezarlığında bulunan diğer bir mezar kitâbesi üzerinde ada ismi Bohçaada şeklinde geçmektedir.
Bozcaada Çanakkale Boğazı’nda Ege girişinin 18 deniz mili güneyinde, doğudaki anakara kütlesinin Kumburnu mevkiinde 3, Geyikli’nin Odunluk iskelesine 5 deniz mili uzaklıktadır. 30 derece 48’ kuzey paraleli, 26 derece 02’ doğu meridyeni arasında yer alan Bozcaada , Ege Denizinde ülkemize ait 2 adadan diğeri olan Gökçeada’ya 29 deniz mili uzaklıktadır. Çevresi 14 mil tutan Bozcaada, etrafındaki irili ufaklı adacıklara sahiptir. En yüksek noktası 192 metrelik Göztepe’dir. Bozcaada’da bağcılık gelişmiştir. Adanın girişindeki tarihi kale dikkat çekmektedir.

Ege Denizi'nin kuzeydoğusunda Çanakkale Boğazı'nın güneybatısında bulunan Bozcaada, Çanakkale İli'nin bir ilçesidir. Türkiye'nin Gökçeada ve Marmara Adası'ndan sonra 3. büyük adasıdır. Çanakkale Boğazı'na 19 km., Feribot bağlantısının sağlandığı Odun İskelesine 6 km. uzaklıktadır. Ada, çok yüksek olmayan düzlük halinde olup, engebeli kısımları doğudadır. Buradaki Göztepe adanın en yüksek noktasıdır (191 m.). Jeolojik yönden Biga Yarıamadası'nın uzantısını oluşturur. Buradaki katmanlaşma çeşitlilik gösterir. Güneydoğu kesimi kristalin şişt ve mermerlerden oluşmuştur. Kuzeydoğudaki kesim de ise bir lav kütlesi olan Göztepe bulunmaktadır. Adanın kıyıları falezler nedeniyle dik ve kayalıktır. Bunların aralarında kumsallarla kaplı küçük koyları bulunmaktadır. Bozcaada'nın, kuzeydoğusunda Eskikale Burnu, Erenler Burnu; doğusunda Tabya Burnu, Nar Burnu, Sarıtaş Burnu; güneyinde Tuzburnu, Kocatarla, Mermer Burnu, Sulubahçe Burnu, Habbeli Burnu; Batısında Batı Burnu; kuzeyınde Kıllık Burnu olmak üzere oniki burunu vardır. Bu burunlar arasında da Liman Koyu, Değirmenler Koyu, Poyraz Limanı, Çanak Limanı, Çapraz Limanı, Çanak Limanı, Kocatarla Limanı, Lagor Limanı, Ayana Limanı, Ayazma Koyu, Sulubahçe Koyu, Habbeli Koyu isimlerinde oniki adet koyu vardır. Ayrıca Bozcaada çevresinde irili ufaklı 10 ada bulunur. Bunlar Tavşan, Piresa, Orak, Yılan, Fener, Taş, Kasık, Gökçe ve Sıçancık adalarıdır. Yüzölçümü 43 km2 olup, toplam nüfusu 2.543'tür.

Bozcaada'nın ekonomisi, iklimin özelligi nedeniyle bağcılık, sarapçılık , balıkçılık ve turizme dayalıdır. Ayrıca, sebzecilik, küçükbaş hayvancilik gibi daha çok aile ekonomisine yöneliktir.
Antik çağda ismini Klonai kralı Kyknos’un oğlu Tenes’den alarak Tenedos olan Adadaki yerleşimin son yıllarda yapılan kazılarda ortaya çıkan buluntulara dayanılarak M. Ö.3000’de , Erken Bronz çağında başladığı anlaşılmıştır. Ancak burada yaşayan ilk toplulukların kim oldukları ise çelişkilidir, Lesbos (Midilli) adasından buraya gelenlerin olduğu söylenmişse de Anadolu’nun yerli halkı Pelasgların da burada yaşadıkları ileri sürülmüştür. Troia Savaşı sırasında Akhalar gemilerini burada gizlemiş, Adayı zaman zaman yağmalamışlar,kadınlarını kaçırmışlardır. İonya ayaklanmasından sonra Tenedos da Pers egemenliğini kabul etmek zorunda kalmıştır. Attika –Delos Deniz Birliğine katılmış , M. Ö. 500‘de Atinalıların kolonisi olmuş, ardından Bergama, sonra da Roma’ya bağımlı olmuştur. M. Ö. 63’de adanın önünde Romalı komutan Lukullus Mitridates’in donanmasını batırmıştır. Deniz ticareti yönünden önemli konumu , diğer devletlerin dikkatini üzerinde toplamasına neden olmuştur. Bizans egemenliğini sırasında Haçlı Seferlerinden zarar görmüş, Cenevizlilerle Katalonyalıların ilgisini çekmiştir. Aydınoğlu Umur Bey İzmir’i ele geçirdikten sonra 1328 veya 1329’da Bizansın elinde olan Bozcaada’yı yağmalamıştır. Aynı yıllarda Venedik ve Cenevizliler adayı ele geçirmeyi planlamışlar, sonunda Venedikliler Bizanslılarla anlaşarak 1377’de adayı işgal etmişlerdir. Ancak onların bu davranışı Cenevizlilerle aralarının bozulmasına neden olup, her iki devleti savaşa tutuşturmuştur. Venedik ve Cenevizlilerin bu savaştan zarara uğraması üzerine 1381’de Savua dukalığının başkenti Turin de (Torino) yapılan antlaşma uyarınca Venedikliler adayı boşaltmak zorunda kalmışlardır. Bu arada Adadan ayrılırlarken kalenin burçlarını yıkmışlar, orada yaşayanları Girit’e , Kandiye’ye götürmüşlerdir. Bundan sonra uzun bir süre boş kalan Adayı Venedikliler ile Cenevizlilerin yeniden ele geçirmek istemişlerse de bunda başarılı olamamışlardır. Nitekim, ünlü İspanyol gezgini Clavio 1403’de adanın boşaltılmış oluşuna ve yıkık kalesine değinmiştir. Aynı şekilde 1435 -1439’da buradan geçen Peratafor da adanın terkedilmiş ve boş olduğunu söylemiştir.

Osmanlılar XIV.yüzyılın ikinci yarısında Çanakkale Boğazı çevresine yerleşmeye başlayınca Bozcaada ile ilgilenmeye de başlamışlardır. Fatih Sultan Mehmet’in donanması Akdeniz seferine çıkarken buraya uğrayarak ikmal yapmıştır. Osmanlıların Venediklerle yapmış oldukları uzun süreli savaşlarda Bozcaada önemli rol oynamıştır. Nitekim 1464’de yapılan savaşta Limni adasında üstlenen Venedik donanmasının üzerine Kaptan-ı Derya Mahmut Paşa gönderilmiştir. O sırada Bozcaada’nın, Venediklilerin kontrolünde olduğu öğrenilince Çanakkale Boğazının güvenliği için Adanın ele geçirilmesi düşünülmüştür. Bundan sonra Köprülü Mehmet Paşa Bozcaada’ya gelerek kalenin yıkılmış yerlerini, harap kasabayı onartmıştır. Bu arada da kendi katkısıyla ismini verdiği bir de cami yaptırmıştır. Girit Savaşı sırasında Venedikliler 1656’da adayı tekrar ele geçirmişlerse de ertesi yıl Köprülü Mehmet Paşa tarafından yeniden Osmanlıların topraklarına katılmıştır. Kaptan-ı Derya Mezomorta Hüseyin Paşa 1697’de Venediklileri Bozcaada önünde bir kez daha yenmiş ve bu savaş tarihe “Bozcaada Deniz Savaşı“ olarak geçmiştir. Osmanlılar 1717’de Bozcaada ve Limni önlerinde Venedik donanmasını bir kez daha yenmiştir. İngilizlerin müttefiki olan Rus donanması Bozcaada önünde demirleyerek Çanakkale boğazını kapatmıştır. Kaptan-ı Derya Seyyit Ali Reis 1807’de Çanakkale’den çıkarak Rus donanmasına saldırmış, her iki taraf büyük zarara uğramış, kazanan belli olmamıştır. Bu savaştan sonra korsanların burada faaliyeti artmaya başlayınca Sultan II . Mahmut (1784-1839) Bozcaada kalesini yeniden yaptırmıştır. Ardından da Limni Sancağı , Cezayir-i Bahr- i Sefid eyaletinin Midilli sancağına bağlı bir kaymakamlık olarak teşkilatlandırılmıştır. XIX.yüzyılda Limni sancağına bağlı bir kaza olan Bozcaada, Balkan Savaşı (1912) sırasında Yunan işgaline uğramış Çanakkale Savaşı‘nda ada İngiliz ve Fransız kuvvetleri tarafından işgal edildi ve lojistik destek için kullanıldı. Bu dönemde müttefik kuvvetler Ayazma Tepesi’nde, Habbele Ovası’nda ve Habbele Tepesi’nde savaş uçakları için üç pist yaptı. Savaş sırasında müttefik askerleri, Bozcaada’da tedavi oldu ve dinlendi ve bu işgal Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar sürmüştür. Lozan Antlaşması’ndan sonra 21 Eylül 1923’te Türkiye topraklarına katılmış ve ilçe konumuna getirilmiştir

Seni Seviyorum Ama Artık Ölmen Lazım

...
23:38
Huzurum yok bu gece.
Geceyi sevemiyorum bile.
Yazamıyorum da üstelik. İçmek de istemiyorum,
Sevişmek de. Ölmek de...
Kimse yok senden çok arzulanan, Arzulamaktan korkutan.
Kalabalıktan korkuyorum bir de, Bir de uyumaktan.
Kabuslarım var her yerde.
Kırmızı İ.E.T.T. otobüsleri düşüyor peşime,
Basma entarimin eteklerine basıyorum,
Yer kayıyor ayaklarımın altından.
Hologramlı uçurumlardan düşüyorum.
Sarı kelebekler geçiyor yanımdan.
Turuncu kiremitler...
Annemi istiyorum.
Sitemkar bir burukluk üzerimdeki.
His yok artık.
Hissizim.
Susuyorum.
Mutsuzum.
İnanna da mutsuz,
Ishtar da...
Yalnız değilim ama,
Yalnızım kalabalıkta.
Uydurduğum polisiye romanlarda
Yitik Yunan şairlerini aramayı seçtim,
Beceremedim. K
alabalıktılar çok,
Çok korktum.
Sürekli aynı plak çalıyor kulaklarıma.
Susmuyor en sevdiğimin sesi.
Niye sevdiklerim beni en çok ürküten?
Niye en çok sen?
Ne olurdu korksaydım
Sadece hamakta yalnız uyumaktan
Ve lunaparktaki dönme-dolaptan?
Yalnız ve çirkin kadın şarkı söylüyor.
Arabesk mi?
Yalnızım.
Ben mi?
Her yerde insan var, odalar dolusu.
Her yer kalabalık.
Sorun ne, yer mi?
Kim çekmiyor kendi acısını?
Gelişiyorum ama,
Tutamıyorum kendimi de.
Zevk alıyorum tadımdan.
Alıyordum eskiden daha da.
Böyle göründüğüme bakma.
Ruhum çoktan kırıştı.
İçeriden gırtlağım sıkılıyor hem,
Hem de göz kapaklarım buruşuyor tersten.
Yaşamıyorum.
Nefessiz kalışımdan belli.
Hissetmiyorum.
Hırpalanmaktan yılmayışımdan belli.
Karışığım ben.
Darmadağın.
Sıradanım ben.
Herkes gibi...
Annemin de kafası karışık mı?
Benim gibi...
Köreliyor muyum bir yandan?
Bilerken her acıyı başka taşlarda...
Yontarken her aşkı başka uçlarda...
Acıyı sevmek bu.
Ve kendinden nefret.
Düşmek, tutunmasız.
Vurmak en dibe.
Parçalanmak, yok olmak.
Var olmuş olmaktan pişmanlık.
Yoksa tüm bunları “rock’n roll olsun”,
Diye mi yaşadık?
Bir gün hepsi bitecek, değil mi?
Sen gelmesen bile.
Annem bir gün gelir mi?
Ne geçecek senin ellerime?
Aciziyetin ukalalığı...
Belki de palyaçonun sakarlığı.
Ben sana kendimi niye anlatamadım.
Anlamadım.
Düşünce sen tutarsın, sandım.
Ama çelmeyi ilk takan sensin,
Görmeyen ben.
Nasıl bir tiyatro sahnesi yaşadığım.
Nerede gerçek?
Pişmanlık neye yarar ki?
Koptuktan sonra bileklerim.
Durduktan sonra saatlerim.
Bittikten sonra aşk...
Annem yine de gelir mi?
Ama geceyarısı hala geliyor.
Rüzgar esiyor.
Ürperiyorum ama,
Üşüdüğümden değil.
Sevmek mi şimdi bu?
Aşk sen misin?
Sessizlik mi susamadığım?
Mutsuzluk mu doyamadığım?
Çaresizlik mi aradığım?
Hangi şairleri hala bulamadım?
Sen sensizlik misin?
Ben açlık mıyım?
Dert kim?
Kötü, Olan mı, yapan mı?
“Giden sevgilinin ardından...” diyor çirkin adam.
Sen gittin mi?
Görmedim geldiğini.
Duymadım gittiğini.
Ben mi geciktim?
Saat mi çalmadı?
Uyuyor muydum?
Ayakta... “Tik-tak”larım nerede?
Ummak mı her daim yaptığım?
Yummak mı her gözümü göstermediklerine?
Sevgi de yok belki.
İyi de yok, kötü de.
Sen de yoksun.
Annem de...
Ben varım sadece.
Hep.
Her yerde. .....

00:00 saat
“Kim beni düşünüyor? ”,
diye düşünüyor birileri.
Beni kim?
Ben kimi?
Sen kimi?
İhanet bile edememek,
Severken içinden.
İhanetin tadını bilememek,
Gerçekten sevmezken.
Üzgünüm. “Kendine” hakaret ettim.
Özür dilerim.
Seni çok sevdim.
Ama artık ölmen lazım.
Öl, e mi? Yok.
Dur bekle, kıyamam.
Sen çok yaşa.
Hep yaşa, e mi? .....

00:11
Zincirlerim, çözülmeyen...
En kalın duvar, tosladığım...
Kabuslarım, uyanamadığım...
Bedenim, bunaldığım...
ve bunalttığım...
Gece bitmiyor.
Uyku gelmiyor.
Gece bitmiyor.
Kabuslardan korktum bir,
Bir de uçan örümceklerden,
Envai çeşit arılardan...
Senden korktum bir de...
Gece geçmiyor içerilerde,
Gece akıyor dışarılarda.
Hayatı iki kişilik ayırtmış herkes,
Ben yalnızım masamda.
Hep yanlış adamlar oturuyor karşıma.
Kaldırıyorum.
Uyuyamıyorum kabuslardan.
Masam boş.
Gece bitmiyor.
Kavga ediyorum.
Sabah gelmiyor.
Susuyorum.
Cücelerle hortlaklar gelmesin.
Gelmesin karabasan devasa arılar.
Niye kurtarmıyorsun beni?
Gece geçmiyor.
Telefonum çalmıyor.
Aramıyorsun.
Ya sen anne!
Sen niye gelmiyorsun? .....

00:37
Aramıyorsun.
Ben de aramıyorum.
Kabuslar gelmesin diye uyumuyorum.
Affet beni anne, ellerimi uzat.
Ama aramıyor.
Korku geliyor.
Gece bitmiyor.
Sabah gelmiyor bir tek.
Bir de sen.
Bir mektup.
Senin sesin.
Çok korkuyorum anne,
Nerdesin?
Yunan şairler nerede?
Korkmak istemiyorum artık.
Yazıyorum.
Gelmiyor içimden yazmak da,
Ama korkuyorum.
Ama durmuyor kalem.
Korku gitmiyor.
Durmuyor bulanık düşünceler,
Gelmiyor annem.
Yazmıyor kalem,
susmuyor müzik,
Gelmiyor sabah, gitmiyor kabus.
Sen gelmiyorsun.
Annem de yok.
Aşk...
yok...
(23.10.03-Boğaziçi Üniversitesi)

Merve Şebnem Oruç

GELİBOLU

Gelibolu, Çanakkale'nin ilçesidir. Nüfusu 31.246'dir.
Kentin hangi yüzyılda ve kimler tarafından kurulduğu bilinmemektedir. Ancak
Troya kenti kadar eski olduğu varsayılmaktadır. Önceleri Critote olan kentin adı, Yunan koloni hareketi sırasında 'güzelşehir' anlamındaki Kallipolis olarak değiştirilmiştir.
Günümüzde
Fransa, Belçika, İsviçre ve Ren kıyılarını içine alan bölgeyi ele geçirmiş ve Romalılar tarafından bu bölgeye Galya, halkına da Galatlar adı verilmiştir.
Galatlar olarak adlandırılan bu savaşçı halk M.Ö. 281 yıllarında
Trakya Krallığı'nın içinde bulunduğu bocalama döneminde Balkanlara, Çanakkale ve İstanbul boğazları üzerinden de Anadolu'ya geçmişlerdir. M.Ö. 278 yılında Anadolu'da Sakarya ve Kızılırmak havzasını kapsayan bölgeye de 'Galatia' adı verilmiştir. Ancak, kentin adının Galatlardan çok Yunanca "Güzel şehir" anlamına gelen Kallipolis'ten geldiği bilinmektedir. Osmanlı döneminde de bu isim Türk diline uydurularak Gelibolu olarak değiştirilmiştir.
Günümüzde dünyanın 12 yerinde Gallipolis veya Gallipoli adında yerleşim merkezi bulunmaktadır.

HELLESPONT

Boğazlarla ilgili bir başka mitolojik kaynak da, MÖ 3. Yüzyılda yaşamış olan Apollonius Rhodius tarafından yazılmış olan “Argonautica” adlı eserdir. Bu kitapta o zamanlar gücün ve zenginliğin sembolü olan Altın Post’u ele geçirmek üzere Yunanistan’dan bugünkü Gürcistan’a inşa ettiği gemisiyle seyahat eden Jason’un maceraları anlatılmaktadır. Bu öykü de kısaca şöyledir:Bugünkü adıyla Yunanistan’daki Teselya, o zamanki adıyla Boiotia’ya egemen olan Orchomenos’ların kralı Athamas, Kral Aiolos’un yedi oğlundan birisidir. Athamas, Phrixus ve Hele adlı iki çocuğunun annesi olan yarı-tanrıça Nephele’nin ölmesi üzerine Ino ile evlenir. Ino, üvey çocukları Phrixus ve Helle’den hiç hoşlanmaz. Üvey anne, onları ortadan kaldırmak için bir plan hazırlar; önce sadık adamlarına gizlice ekin tarlalarında ateş yaktırarak tohumları işe yaramaz hale getirtir. O yıl ekinler filiz vermeyince de, Kral Athamas’ı bu kuraklığın tanrıların gazabı olduğuna ve kahinlere başvurmaya ikna eder. Delphi’ye bir haberci gönderilir; ancak haberci şehre geri dönerken Kraliçe Ino, habercilere rüşvet vererek gerçek kehaneti değil kendi uydurttuğu kehaneti söyletir: buna göre, Tanrıların hoşnutluğunu kazanıp ekinlerin tekrar yeşermesini sağlamak için, iki küçük çocuğun, Phrixus ve Helle’nin, Zeus’a kurban edilmeleri gerekmektedir. Athamas buna karşı çıkar; ancak halkı açlık içindedir ve mısırların tekrar büyümesi için çocuklarının kurban edilmesi gerekmektedir. Çaresiz kalan Athamas, razı olur. Üstelik çocuklarını bizzat kendisinin kurban etmesi gerekmektedir. Şafakla birlikte Kral Athamas, kızı Helle ve oğlu Phrixus’u alarak Laphystium Dağı’na çıkar. Deri kılıfındaki bıçağını koltuğunun altında saklamıştır. Çocuklarına ava gittiklerini söyler. Kızı Helle, çevresinde dolaşmakta, çiçekler koparıp kardeşine vermekte ve onlardaki bu canlılık, zavallı babanın içini kanatmaktadır. “Zeus nasıl benden böyle bir şeyi isteyebilir” diye düşünür. Öte yandan, aklına açlıktan ölmekte olan halkı gelir. Halkı ondan bir şeyler yapmasını beklemektedir. “Zeus’un emrine uymak gerekir” der kendi kendine. Önce Helle’yi kurban etmeyi düşünür. Kurban etme işlemini gerçekleştirmek için taşlardan bir tapınak oluşturmaya başlar. Bu sırada Olympos dağında Zeus, olayı takip etmektedir. Elinde bıçakla Athamas’ı görür ve onun kendisine çocuklarını kurban etmekte olduğunu fark eder. Oğlu ve habercisi Hermes’i çağırır; aynı anda Karısı Hera ve çocukların annesi Nephele yanına gelirler. Nephele; çocuklarının durumunu bulutların üzerinden görmüş ve Hera’dan yardım istemiştir. Zeus; Hermes’e Mycenae’den Altın Koç’u alıp olay yerine gitmesini emreder. Ve tam kurban edilmek üzerelerken, altın koç gökten iner, Phrixus ve Helle’yi sırtına alıp uzaklaşır. Burada bir not ekleyip bir benzerliğe de dikkat çekmek isterim: Tıpkı kutsal kitaplarda sözü edilen ve Gılgamış Destanında da geçen Tufan gibi, burada da kutsal kitaplarla bir benzerlik bulunur. Yahudi ve Müslüman inancına göre de, çocuğunu Tanrı’ya kurban etmek isteyen Ibrahim peygamber tam bıçağı çocuğun boğazına dayadığı an, gökten bir koç inmiş, İbrahim Peygamber’in oğlu (Yahudi inanışına göre İshak, Müslüman inanışına göre Ismail) kurtulmuştur. Antik çağların bu efsanesinde de benzer bir olayın anlatılması ilginçtir.Tekrar efsaneye dönersek; Phrixus ve Hele, Baştanrı Zeus’un gönderdiği Altın Koç’un üzerinde gökyüzünde yükselen güneş’in ülkesi Colchis’e doğru uçmaktadırlar. Başlarda korkarlarsa da, giderek bu seyahat hoşlarına gider. Bir boğazın üzerinden uçmaktadırlar ki o esnada Helle, kayar ve Koç’un üzerinden düşer. Düştüğü yer, “Helle’nin Denizi” anlamına gelen, “Hellespont” yani Çanakkale Boğazı’dır. Kızkardeşinin düştüğünü gören Phrixus, altın koç’a daha sıkı sarılır ve koç onu Kral Aites’in ülkesine; Colchis’e götürür; yani bugünkü Gürcistan’a. Burada Kral Aites, altın bir koç’un sırtında gelen Phrixus’un gelişinin, tanrıların kendisinin krallığını desteklediklerinin bir işareti olarak görür; koç’u kendisinin de isteğiyle Zeus’a kurban ederler ve altından postunu da her zaman uyanık bir ejderhanın bekçilik ettiği Ares ormanında bir meşe ağacına asarlar. Phrixus ise Kral Aites’in kızlarından birisiyle evlenir. Aites’in bir kızı daha vardır: ilerde Jason’la kaçmak için babasına ihanet edecek olan Medea. Kral Aiolos’un yedi oğlu olduğunu ve bunlardan Athamas’ın Boiotia’ya egemen olduğunu belirtmiştik. Aiolos’un bir diğer oğlu Kretheus da, Teselya’da bulunan Iolkos’un kralıydı. Oğlu Aeson, Üvey Kardeşi Pelias tarafından tahttan uzaklaştırılır. Pelias, kahinler kendisinin Aiolos sülalesinden gelen tek sandaletli (monosandalos) birisi tarafından öldürüleceğini söyleyince, Aeson’u derin bir zindanda hapse attırır, çocuklarının hepsinin de kılıçtan geçirtilmesini emreder. Ancak, annesi yeni doğmuş olan Jason’u tanrıların da yardımıyla kaçırmayı başarır. Jason, gizlice kendisini dağlarda büyütecek olan yarı insan-yarı at olan (Centaur) Chiron’a emanet edilir. 18 yaşına geldiğinde Chiron, Jason’a doğumuyla ve ailesiyle ilgili sırrı açıklar. Krallığın gerçek varisi olduğunu öğrenen Jason, tahtı geri istemek üzere Pelias’ın sarayına gitmek için yola koyulur. Bu esnada Hera, Kral Pelias’ın Poseidon onuruna düzenleyeceği festivale kendisini çağırmamasına kızgındır. Pelias’a karşı mücadele etmesi için bir ölümlüye ihtiyacı vardır. Yaşlı bir kadın kılığına girerek Jason’un karşısına çıkar ve kendisini nehrin karşı kıyısına geçirmesini rica eder. Jason, yaşlı kadını kırmaz, nehrin karşısına geçirir, ancak bu esnada sandaletlerinden birisi, Hera’nın da marifetiyle, suya gider. Jason testi geçmiş, Hera’nın desteğini kazanmıştır. Tek sandaletiyle şehirde dolaşan Jason’dan daha önceden tek sandaletli birisinin kendisini öldüreceği kehanetini bilen Pelias’ın haberi olur ve kendisini saraya çağırır. Jason; Pelias’dan aslında babasına ait olan krallığı ister; Pelias, zaman kazanmak ve Jason’dan da kurtulmak için ona başarılması olanaksız bir görev verir: “Bana Colchis’den altın post’u getir, sana krallığı vereceğim” der. Şüphesiz Pelias, Colchis’e yolculuğun çok zor ve tehlikeli olduğunun ve Kral Aites’in postu vermemek için savaşacağını bilmektedir. Jason görevi kabul eder ve yolculuk için hazırlık yapmaya başlar. Usta Argos Athena’nın da yardımıyla “asla çürümeyen” bir kereste çeşidinden 55 kürekli Argo gemisini inşa eder, Athena da, Dodona tapınağından getirilen ve insan sesiyle konuşabilen bir direği geminin pruvasına yerleştirir. Gemicilere gelince; 55 gemici arasında gemiyi inşa eden usta Argos, Truva savaşlarına neden olan güzel Helene’in kardeşleri Castor ve Pollux, yarı-tanrı güçlü Hercules, ozan Orpheus, canavar Minotor’u öldürecek olan Thesus; Hermes’in oğlu Echion; bizzat kral Pelias’ın oğlu Akostos da bulunmaktadır. Gemiciler Jason’ı kaptan seçerler. Argo yola çıkar; yol boyunca yüz engel aşmaları ve birçok çatışmaya girmeleri gerekir. Bizi burada ilgilendiren asıl husus, Argos’un İstanbul Boğazı’ndan geçişidir. Rodos’lu Apollonius’un kitabında Argo’nun Boğaz akıntılarıyla boğuşmakta nasıl güçlük çektiği de anlatılır. Dolayısıyla antik çağlarda da ticaret amacıyla kullanılmakta olduğu anlaşılan Boğazın o zamanlar aşılması çok zor bir suyolu olduğu görülür. Bugünün güçlü makinelere sahip gemileri bile Boğaz’ın hızlı ve karışık akıntılarını yenme zorluk çekerken, o zamanın kürekle yürütülen tekneleri için bu akıntıları geçmenin ne kadar yorucu bir iş olduğunu tahmin etmek güç değildir. Kürekle yürütülen geminin bu akıntılara karşı yol almasını sağlamak için, hem kürekçilere kumanda edece, hem de dümeni yönetecek usta bir kaptana ihtiyaç vardır. Rodoslu Apollonius, şöyle yazıyor:“Bosforus’un köpüklü boğazında gemiyi Itzo yönetti. Dalgalar dağlar gibi kabarıyor, sık sık bulutların üzerine kadar çıkıyor, teknenin içini dolduracak gibi görünüyordu. Artık hiç kimse ölümden kurtulabileceğini sanmıyordu; çünkü ölüm, geldim dercesine geminin üzerinde ve bulutların içinde dolaşmaktaydı. Dalgalar bu kadar korkunç olduğu halde zeki ve deneyimli bir pilot dümene geçince çabucak uysallaşacaktı” Zorlu yolculuk başarıyla sonuçlanır ve Argo, Colchis’e varır. Kral Aietes’ den Altın Post’u isterler; Kral vereceğini söyler ama onun da şartları vardır. Burun deliklerinden alevler çıkaran demir ayaklı boğalarla çift sürmeyi ve dev ejderhanın dişlerini sökmeyi Hera’nın isteğiyle kendisine sevdalanan Medeia sayesinde başarır Jason. Ancak Aietes verdiği sözü tutmayınca Jason; yine Medeia’nın yardımıyla Altın Post’u asılı olduğu meşe ağacından çalar; bekçilik eden ejderha Medeia tarafından uyutulmuştur çünkü. Argonoutlar; Medeia’yı ve kardeşi Apsirtos’u da yanlarına alarak gemileri Argo’ya kaçarlar; kral gemileriyle peşlerine düşer; ancak Medeia, kardeşini parça parça keserek denize atar; kral da onun parçalarını toplayıp gömmekle vakit kaybederken, Argo kaçmaya muvaffak olur. Iolkos’a dönerler; ancak bu sefer de Pelias sözünü tutmaz. Medea’nın da yardımıyla Pelias öldürülür ve Jason, Iolkos’a kral olur. Jason’ın seyahati, tarihçi Strabon’un bahsettiği “Barbarların en büyük pazarı” Tanais (Don) ırmağı kıyılarına kadar Yunan kentlerince girişilen kolonileştirme hareketlerinden izler taşır. Daha sonradan Odysseus’un maceralarında da Jason’un seyahatinin benzeri öğelere rastlanır.

BOSPORUS

İstanbul Boğazı ya da antik çağdaki adıyla Bosporus için en önemli mitolojik efsane, bizzat Bosporus adıyla ilgilidir. Bu efsaneye göre Baş Tanrı olan Zeus, Argos kenti kralı Inakhos’un mavi gözlü kızı Io’ya aşık olur. Io ile buluşmak için, Olympos dağındaki sarayından aşağıya iner. Ancak, Zeus ne kadar çapkınsa, karısı Hera da o ölçüde kıskançtır. Bu ilişkiyi fark eder ve o da kıskançlık ateşiyle Olympos’dan inerek Zeus’un peşine düşer. Ancak Zeus karısının kendisini aramak üzere yeryüzüne indiğini anlar ve Io’yu ondan gizlemek için, ineğe dönüştürür. Ancak, inek o kadar güzeldir ki, Hera, ona hayran olur ve şüphelenir. Zeus’dan ineği ister. Zeus, onun büsbütün şüphelenmesini engellemek için, ineği verir. Hera, ineği alır ve Argus’u onun başına bekçi koyar. Argus adlı çobanın özelliği, hiç uyumamasıdır. Arkasında bile gözü vardır ve ineği arkasında iken bile görür. Çünkü kafasında çelenk gibi dizilmiş gözleri vardır. Güneş battığı zaman bu gözlerden bazılarını kapayıp, onlarla uyumaktadır. Gündüzleri ineği çayırda otlatıp, geceleri de tamamen kapalı bir ahıra koyup, kapısında nöbet bekler. Ancak Zeus, her ne kadar ineği kendi vermiş olsa da, zavallı Io’nun çektiklerine dayanamaz. Oğlu ve habercisi Hermes’i çağırarak ona inek haline sokmuş olduğu Io’yu kurtarması buyruğunu verir.Hermes, yüz gözlü çoban Argus’un elinden Io’yu kurtarmak için bir plan yapar. Yüz gözlü Argus’u uyutmak için uyku tanrısı Hypnos’dan yardım istemeyi düşünür. Hypnos, güneş ışıklarının girmediği, karanlık loş bir sarayda sessizlik içinde oturmaktadır. Yatağının üzerinde haşhaş çiçekleri bulunmaktadır. Haberci tanrı Hermes, ayağına tezdir, hızla ve sessizce saraydan içeri süzülerek, Hypnos’dan çiçeklerden vermesini ister. Hypnos, müthiş devleri bile uyutmaya yeteceğini söyleyerek, çiçeklerden bir avuç verir. Hermes, sevinçle saraydan çıkar ve ayaklarına kanatlarını takarak hızla Argus’un yakınlarına gelir, burada çoban kılığına girerek koyunlarını otlatmaya başlar. Argus’un yanına yaklaştığında ise haşhaş çiçeklerini kavalına doldurarak ona doğru üflemeye başlar. Argus, kaval sesi ve kokunun etkisiyle uyur.“Io” korkunç bekçi Argus’dan kurtulur kurtulmasına ama, Hera yine de onun peşini bırakmaz. İneğe büyük bir sinek musallat eder ve sinek Io’yu sürekli ısırır. Canı yanan hayvan da can havliyle kaçar. Önce Yunanistan’ın batı kısmında bulunan denize doğru koşar, bu denize verilen Ion denizi adı işte buradan gelir. Daha sonra Trakya’ya geçer. “Bosporus” dan Asya’ya atlar. “Bosporus” adını buradan alır ki “sığır geçidi demektir.Io’ya ne olduğunu sorarsanız, Anadolu yaylalarında durmadan koşar, Finike’ye varır. Buradan Mısır’a geçer. Zeus, Io’yu Nil Nehri kıyılarında yakalar, burada ona musallat olan sineği yok ederek onu yeniden mavi gözlü bir kıza yani eski haline dönüştürür. Mitolojik öykü burada da bitmez; Io’nun “Keroessa” adlı bir kız çocuğu olur. Keroessa’nın oğlu olan Megara’kı Byzas, daha sonra şehri kurduğunda Haliç’e annesinin adından esinlenerek “Keroessa” yani “Altın Boynuz” adını koyar.

BOSPORUS

İstanbul Boğazı ya da antik çağdaki adıyla Bosporus için en önemli mitolojik efsane, bizzat Bosporus adıyla ilgilidir. Bu efsaneye göre Baş Tanrı olan Zeus, Argos kenti kralı Inakhos’un mavi gözlü kızı Io’ya aşık olur. Io ile buluşmak için, Olympos dağındaki sarayından aşağıya iner. Ancak, Zeus ne kadar çapkınsa, karısı Hera da o ölçüde kıskançtır. Bu ilişkiyi fark eder ve o da kıskançlık ateşiyle Olympos’dan inerek Zeus’un peşine düşer. Ancak Zeus karısının kendisini aramak üzere yeryüzüne indiğini anlar ve Io’yu ondan gizlemek için, ineğe dönüştürür. Ancak, inek o kadar güzeldir ki, Hera, ona hayran olur ve şüphelenir. Zeus’dan ineği ister. Zeus, onun büsbütün şüphelenmesini engellemek için, ineği verir. Hera, ineği alır ve Argus’u onun başına bekçi koyar. Argus adlı çobanın özelliği, hiç uyumamasıdır. Arkasında bile gözü vardır ve ineği arkasında iken bile görür. Çünkü kafasında çelenk gibi dizilmiş gözleri vardır. Güneş battığı zaman bu gözlerden bazılarını kapayıp, onlarla uyumaktadır. Gündüzleri ineği çayırda otlatıp, geceleri de tamamen kapalı bir ahıra koyup, kapısında nöbet bekler. Ancak Zeus, her ne kadar ineği kendi vermiş olsa da, zavallı Io’nun çektiklerine dayanamaz. Oğlu ve habercisi Hermes’i çağırarak ona inek haline sokmuş olduğu Io’yu kurtarması buyruğunu verir.Hermes, yüz gözlü çoban Argus’un elinden Io’yu kurtarmak için bir plan yapar. Yüz gözlü Argus’u uyutmak için uyku tanrısı Hypnos’dan yardım istemeyi düşünür. Hypnos, güneş ışıklarının girmediği, karanlık loş bir sarayda sessizlik içinde oturmaktadır. Yatağının üzerinde haşhaş çiçekleri bulunmaktadır. Haberci tanrı Hermes, ayağına tezdir, hızla ve sessizce saraydan içeri süzülerek, Hypnos’dan çiçeklerden vermesini ister. Hypnos, müthiş devleri bile uyutmaya yeteceğini söyleyerek, çiçeklerden bir avuç verir. Hermes, sevinçle saraydan çıkar ve ayaklarına kanatlarını takarak hızla Argus’un yakınlarına gelir, burada çoban kılığına girerek koyunlarını otlatmaya başlar. Argus’un yanına yaklaştığında ise haşhaş çiçeklerini kavalına doldurarak ona doğru üflemeye başlar. Argus, kaval sesi ve kokunun etkisiyle uyur.“Io” korkunç bekçi Argus’dan kurtulur kurtulmasına ama, Hera yine de onun peşini bırakmaz. İneğe büyük bir sinek musallat eder ve sinek Io’yu sürekli ısırır. Canı yanan hayvan da can havliyle kaçar. Önce Yunanistan’ın batı kısmında bulunan denize doğru koşar, bu denize verilen Ion denizi adı işte buradan gelir. Daha sonra Trakya’ya geçer. “Bosporus” dan Asya’ya atlar. “Bosporus” adını buradan alır ki “sığır geçidi demektir.Io’ya ne olduğunu sorarsanız, Anadolu yaylalarında durmadan koşar, Finike’ye varır. Buradan Mısır’a geçer. Zeus, Io’yu Nil Nehri kıyılarında yakalar, burada ona musallat olan sineği yok ederek onu yeniden mavi gözlü bir kıza yani eski haline dönüştürür. Mitolojik öykü burada da bitmez; Io’nun “Keroessa” adlı bir kız çocuğu olur. Keroessa’nın oğlu olan Megara’kı Byzas, daha sonra şehri kurduğunda Haliç’e annesinin adından esinlenerek “Keroessa” yani “Altın Boynuz” adını koyar.